SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’L-CİHAD VE’S-SİYER

<< 1276 >>

كيف يعرض الإسلام على الصبي.

178. ÇOCUKLAR İSLAM'A NASIL DAVET EDİLİR

 

حدثنا عبد الله بن محمد: حدثنا هشام: أخبرنا معمر، عن الزهري: أخبرني سالم بن عبد الله، عن ابن عمر رضي الله عنهما أنه أخبره:

 أن عمر انطلق في رهط من أصحاب النبي صلى الله عليه وسلم مع النبي صلى الله عليه وسلم قبل ابن صياد، حتى وجدوه يلعب مع الغلمان، عند أطم بني مغالة، وقد قارب يزمئذ ابن صياد يحتلم، فلم يشعر حتى ضرب النبي صلى الله عليه وسلم ظهره بيده، ثم قال النبي صلى الله عليه وسلم: (أتشهد أني رسول الله). فنظر إليه ابن صياد، فقال: أشهد أنك رسول الأميين، فقال ابن صياد للنبي صلى الله عليه وسلم: أتشهد أني رسول الله؟ قال له النبي صلى الله عليه وسلم: (آمنت بالله ورسوله) قال النبي صلى الله عليه وسلم: (ماذا ترى). قال ابن صياد: يأتيني صادق وكاذب، قال النبي صلى الله عليه وسلم: (خلط عليك الأمر). قال النبي صلى الله عليه وسلم: (إني قد خبأت لك خبيئا). قال ابن صياد: هو الدخ، قال النبي صلى الله عليه وسلم: (اخسأ، فلن تعدو قدرك). قال عمر: يا رسول الله، ائذن لي فيه أضرب عنقه، قال النبي صلى الله عليه وسلم: (إن يكنه فلن تسلط عليه، وإن لم يكنه فلا خير لك في قتله).

 

[-3055-] Abdullah İbn Ömer r.a.'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Hz. Ömer, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in başlarında bulunduğu bir grup ile birlikte İbn Sayyad'ın bulunduğu yere gitti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ashabı İbn Sayyad'ın yanına geldiklerinde onun Meğale oğullarına ait bir evin damında çocuklarla oynadığını gördüler. İbn Sayyad o zamanlar ergenlik çağına girmesi yaklaşmış bir çocuktu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem gelip eliyle sırtına dokunana kadar hiçbir şey fark etmemişti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sorusu ile başlayan görüşmede şunlar konuşuldu: Benim Allah'ın Resulü olduğuma şehadet eder misin? İbn Sayyad, O'na s.a.v. baktı ve şöyle dedi: Senin şu ümmı topluluğun Nebisi olduğuna şehadet ederim. Peki sen benim Allah'ın Resulü olduğuma şehadet eder misin?  Ben Allah'a ve O'nun (C.C.) gönderdiği Nebilere iman ederim. Söyle bakalım sen neler görüyorsun? Bana bazen doğru bazen yalan-yanlış bilgiler geliyor.

 

Yani karmakarışık, içinden çıkamadığın şeyler. Ben içimden bir kelime geçireceğim ve sen de onun ne olduğunu bileceksin, haydi bakalım. Benim şu anda düşündüğüm şeyin ne olduğunu bil bakalım!"

 

Aklından geçirdiğin kelime "ed-Duh" İşte şimdi senin adi bir yalancı olduğun ortaya çıktı! Bunun daha ötesine gidemeyeceksin.

 

Bu konuşmanın ardından Hz. Ömer: "Ey Allah'ın Resulü, bana izin verin hemen şunun boynunu vurayırn!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ise: "Eğer bu o (Deccal) ise onun hakkından gelecek olan zaten sen değilsin. Şayet bu o (Deccal) değilse bu durumda senin onu öldürmekle elde edeceğin hiçbir fayda yoktur."

 

 

قال ابن عمر:

 انطلق النبي صلى الله عليه وسلم وأبي بن كعب، يأتيان النخل، الذي فيه ابن صياد، حتى إذا دخل النخل، طفق النبي صلى الله عليه وسلم يتقي بجذوع النخل، وهو يختل ابن صياد أن يسمع من ابن صياد شيئا قبل أن يراه، وابن صياد مضطجع على فراشه في قطيفة له فيها زمرة، فرأت أم ابن صياد النبي صلى الله عليه وسلم وهو يتقي بجذوع النخل، فقالت لابن صياد: أي صاف، وهو اسمه، فثار ابن صياد، فقال النبي صلى الله عليه وسلم: (لو تركته بين).

 

[-3056-] Abdullah İbn Ömer r.a.'in şöyle dediği nakledilmiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ubey İbn Ka'b ile birlikte İbn Sayyad'ın yanına gitti. Bir hurmalıkta etrafındakilerle konuşuyordu. Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem hurmalığa girip ağaçların arkasına gizlendi. İbn Sayyad'a görünmeden ne söylediğini dinlemeye çalışıyordu. İbn Sayyad ise o sırada üzerine nakışlı bir kadife örtü serilmiş döşeğine uzanmıştı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem gizlendiği yerden İbn Sayyad'ı dinlemeye çalışırken İbn Sayyad'ın annesi O'nu s.a.v.'i gördü ve oğluna:    

"Ey Safi, işte Muhammed orada!" dedi. Bunu duyan İbn Sayyad yatağından fırlayıp kalktı. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Eğer annesi onu uyarmasaydı her şey ortaya çıkacaktı" buyurdu .

 

 

وقال سالم: قال ابن عمر: ثم قام النبي صلى الله عليه وسلم في الناس، فأثنى على الله بما هو أهله، ثم ذكر الدجال، فقال: (إني أنذركموه، وما من نبي إلا قد أنذره قومه، لقد أنذره نوح قومه، ولكن سأقول لكم فيه قولا لم يقله نبي لقومه: تعلمون أنه أعور، وأن الله ليس بأعور).

 

[-3057-] İbn Ömer r.a. şöyle demiştir: Sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ayağı kalkıp Allah Teala'yı layık olduğu vechile övdü, Deccal'i anlattı ve şöyle buyurdu: "Ben Deccal'e karşı sizi sıkı sıkı uyarıyorum. Şu ana kadar gelmiş geçmiş bütün Nebiler de kendi kavim/erini ona karşı uyarmışlardı. Nuh da kavmini Deccal fitnesine karşı uyarmıştır. Ancak ben Deccal hakkında daha önce hiçbir Nebiin söylemediği bir ayrıntıyı size haber vereceğim: Şunu iyi bilin ki Deccal tek gözlüdür; Allah ise kesinlikle tek gözlü değildir. "

 

Tekrar: 3337, 3439, 4402, 6175, 7123, 7127, 8407

 

 

AÇIKLAMA:     İmam Buhari'nin burada İbn Abbas'tan naklettiği İbn Sayyad ile ilgili olarak zikrettiği ve bir çocuğa İslam'ın nasıl anlatılacağını/bir çocuğun İslam'a nasıl davet edileceğini anlatan bu rivayet daha önce Kitabü'l-cenaiz bölümünde çocuğun İslam'a davet edilip edilemeyeceği ile ilgili olarak nakledilmiştir. İmam Buhariinin kullandığı başlıklar Hz. Nebi'in (s.a.v.) İbn Sayyad'a: "Benim Allah'ın Resulü olduğuma şehadet eder misin?" şeklindeki sorusundan esinlenilerek konmuştur. Zira İbn Sayyad bu talep kendisine arz edildiği zaman henüz ergenlik çağına girmemiştir. Bu da ergenlik çağına girmemiş küçüklerin İslam'a çağırılabileceğini, onların bu teklifi kabul edip İslam'ı seçmelerinin sahih olduğunu ve İslam'a girdiklerini söylemeleri halinde bu sözlerinin kabul edileceğini gösterir. Zira tüm bu hükümler geçerli olmasaydı onları İslam'a çağırmak anlamsız olurdu.

 

İbn Sayyad'ın kendisine arz edilen bu talebe, "Senin şu ümmı topluluğun Nebii olduğuna şehadet ederim demesi" Yahudilerin genel bir inancına işaret etmektedir. Bu da onların Resulullah'ın (s.a.v.) Nebi olarak gönderildiğini itiraf ettikleri halde bu Nebiliğin sadece Arap toplumuna has olduğuna inandıklarını göstermektedir. Onların bu iddialarının ne kadar çürük olduğu apaçıktır. Çünkü bir kimsenin Nebi olduğuna inanıldıktan sonra onun Allah hakkında yalan söyleyebileceğini kabul etmek kesinlikle mümkün değildir. İşte Hz. Nebi (s.a.v.) kendisinin hem Arap toplumuna hem de diğer bütün insanlara Allah'ın Resulü olarak gönderildiğini iddia 'ediyorsa doğru söylediği kesindir. Dolayısıyla kendisine inanmak zorunludur.

 

Hz. Nebi'in (s.a.v.): "Ben Allah'a ve O'nun gönderdiği Nebilere iman ederim" şeklindeki sözü Ebu Said tarafından nakledilen bir rivayette şöyle zikredilmiştir: "Ben Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Nebilerine ve ahiret gününe iman ederim."

 

Zeyn İbnü'l-Müneyyir şunları kaydeder: "İbn Sayyad, hakkında ciddı uyarılar yapılan ve kendisinden koru nu lması istenen Deccal olmadığı için Resulullah (s.a.v.) tarafından İslam'a davet edilmiştir." Fakat bana kalırsa İbn Sayyad'ın Deccal olmadığı hakkında araştırma yapılmadan önce kesin olarak anlaşılmış değildir. Zira rivayetler İbn Sayyad'ın durumunun henüz net bir şekilde ortaya çıkmadığını göstermektedir. Zaten bu yüzden Hz. Nebi (s.a.v.) onun Deccal olup olmadığını ortaya koymak maksadıyla araştırmaya gitmiştir. Buna göre İbn Sayyad Resulullah'ın (s.a.v.) davetini kabul edip İslam'a girerse Deccal olmadığı ortaya çıkacak eğer kabul etmezse durumu kapalılığını koruyacaktır. Ya da Resul-i Ekrem'in (s.a.v.) onu konuşturmaktaki amacı onun uydurduğu yalanların sahte bir Nebilik iddiasından öteye geçmediğini göstermektir. İşte Resulullah'ın (s.a.v.) maksadı böyle bir düşünce olduğu için ona genel ve ılımlı bir cevap vermiştir: "Ben Allah'a ve O'nun gönderdiği Nebilere iman ederim."

 

Kurtubi konu hakkında şu değerlendirmeyi yapmıştır: "İbn Sayyad kahinler gibi hareket ediyor, onlarla aynı yolu izliyordu. Buna göre kehanet yoluyla verdiği haberler bazen doğru çıkıyor bazen de yalan olduğu anlaşılıyordu. İşte onun bu durumu yaygın bir şekilde bilindiği için hakkında hiçbir vahiy inmemiştir. Resulullah (s.a.v.) de rivayette anlatıldığı şekilde hareket ederek onun durumunu öğrenmek ve kendisini sınamak istemiştir. Zaten Hz. Nebi'in (s.a.v.) İbn Sayyad'ın yanına gitmesinin temel nedeni de budur. Ahmed İbn Hanbel'in naklettiği bir rivayette Cabir şöyle demiştir: "Bir Yahudi kadın bir gözüne perde inmiş diğer gözü de patlak ve belerik olan bir çocuk doğurdu. Resul-i Ekrem (s.a.v.) de onun Deccal olabileceğini düşündü." Tirmizi'nin Ebu Bekre'den merfu olarak naklettiği bir rivayette Hz. Nebi (s.a.v.): "Deccal'in annesi ve babasının otuz yıl boyunca hiç çocukları olmayacak. Daha sonra ise çok hayırsız, yararı neredeyse hiç olmayan şirret bir çocukları olacak" deyip Deccal'in annesinin ve babasının özelliklerini şöyle anlattı: "Babası çok uzun, iri yarı, şişman ve karga burunlu biridir. Annesi de babası gibi iri yarı ve kocaman elleri olan bir kadındır."

 

İşte o günlerde bu özelliklere uyan bir çocuk doğdu. Bunun üzerine ben Zübeyr İbnü'l-Avvam ile birlikte İbn Sayyad'ın annesini ve babasını görmeye gittim. Bunlar Hz. Nebi'in (s.a.v.) söylediği özelliklere tam olarak uyuyorlardı." Ahmed ve Bezzar'ın Ebu Zer'den naklettikleri rivayet ise şöyledir: "Resul-i Ekrem (s.a.v.) Ebu Zer'i İbn Sayyad'ın annesine göndermiş ve ona: "Bu çocuğu karnında ne kadar taşıdın?" diye sormasını istemişti. Ebu Zer kadına bunu sormuş ve kadın: "Onu on iki ay karnımda taşıdım. Doğduğunda adeta bir aylık bir çocuk gibi çığlık attı."

 

İşte Resulullah'ın (s.a.v.) İbn Sayyad'ın durumunu öğrenmek için rivayette anlatıldığı gibi hareket etmesinin temel sebebi de budur.

 

İbn Sayyad'ın "Bana bazen doğru bazen yanlış bilgiler geliyor" şeklindeki cevabı Tirmizi'nin Cabir'den naklettiği rivayette şöyle geçmektedir: "Bazen doğru (hak) bazen de yanlış (batıl) olan şeyler görüyorum. Ayrıca arşın su üzerinde olduğunu görüyorum." Tirmizi'nin Ebu Said'den rivayeti ise şöyledir: "Ben bazen doğru kimseleri bazen de yanlış bilgiler görüyorum." Ahmed İbn Hanbel ise onun cevabını şöyle nakletmiştir: "Arşın deniz üzerinde olduğunu ve etrafında büyük balıklar bulunduğunu görüyorum."

 

Hz. Nebi (s.a.v.) onun karmakarışık bilgilere ulaştığını söyledikten sonra Ahmed İbn Hanbel'in Ebü't-Tufeyl'den naklettiği rivayette: "Bunun şerrinden Allah'a sığının!" buyurmuştur.

 

İbn Sayyad, aslında Hz. Nebi'in (s.a.v.) aklından geçirdiği kelime olarak "Duman (......)" demek istediği halde "ed-Duh ......." diyebilmiştir. Ahmed'in Abdürrezzak'tan naklettiği rivayette Resulullah (s.a.v.) zihninde tuttuğu ifadeyi açıklamıştır: "Ben İbn Sayyad için aklımdan şu ifadeyi tutmuştum: "O gün gökyüzü apaçık bir duman ....... getirir." Fakat İbn Sayyad'ın "ed-Duh ...." diye bu soruya cevap vermesi hakkında şu açıklama yapılmıştır: "ıbn Sayyad o sırada büyük bir korkuya ve dehşete kapıldığı için söz konusu kelimenin tamamını değil sadece bir kısmını söyleyebilmiştir."

 

Zaten Hz. Nebi (s.a.v.) de bu yüzden: "Bunun daha ötesine gidemeyeceksin" demiştir. Bu sözü ile onun da diğer kahinler gibi şeytanlardan aldığı bilgilere dayanarak yalan yanlış haberler verdiğine ve kimi zaman bu haberlerin doğru olduğuna işaret etmiştir.

 

Resulullah'ın (s.a.v.) İbn Sayyad'a adi bir yalancı olduğunu söylemesinin sebebi şudur: Hz. Nebi (s.a.v.) bu şekilde ashabına onun her şeyi karıştırdığını, doğru ile yanlışı birbirinden ayıramadığını göstermek istemiştir. Böylece henüz Müslüman olmuş ve İslam'ı tam olarak özümseyememiş kimselerin ona inanmalarını önlemiştir.

 

Cabir'den nakledilen bir rivayette Hz. Nebi (s.a.v.), Deccal'in hakkından Hz. İsa'nın geleceğini söyleyerek şöyle buyurmuştur: "Sen onun hakkından gelecek kişi değilsin. Onun icabına bakacak olan İsa İbn Meryem'dir."

 

"Şayet bu o (Deccal) değilse bu durumda senin onu öldürmekle elde edeceğin hiçbir fayda yoktur." Hattabi şöyle demiştir: "Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Nebilik iddiasında bulunduğu halde İbn Sayyad'ın öldürülmesine müsaade etmemiştir. Çünkü İbn Sayyad o sırada ergenlik çağına girmiş değildir ve Yahudilerle yapılan anlaşma kapsamına giren fertlerden birisidir." Bana göre bu açıklamalardan ikincisi daha doğrudur.

 

 

Hadisten Çıkarılan Dersler

 

1. Devlet başkanı kargaşaya yol açacağından endişe duyduğu gelişmeleri önceden görüp müdahale etmeli ve gerekli araştırmaları yapmalıdır.

 

2. Batıl ve doğru olmayan iddialarda bulunan kimselerin yalanını ortaya çıkarmak ve ona bu amaçla bazı sorular sormak mümkündür.

 

3. Şüpheleri yaymaya çalışan ve insanların zihinlerini karıştıran kimseler hakkında istihbarat bilgileri toplanabilir, ajanlar / casuslar vasıtasıyla düşünceleri öğrenilebilir.

 

4. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisine vahiy gelmeyen konularda ictihad ederdi.

 

 

باب: قول النبي صلى الله عليه وسلم لليهود: (أسلموا تسلموا).

179. NEBİ S.A.V. YAHUDİLERE: "MÜSLÜMAN OLUN KURTULUN" DEMİŞTİR

 

قاله المقبري عن أبي هريرة.

el-Makburi bunu Ebeı Hureyre r.a.'den nakletmiştir.

 

180. DARU'L-HARB’TE İSLAM'I KABUL EDENLERİN YAŞADIKLARI YERDEKİ MALLARI VE ARAZİLERİ YİNE KENDİLERİNİNDİR

 

حدثنا محمود: أخبرنا عبد الرزاق: أخبرنا معمر، عن الزهري، عن علي بن حسين، عن عمرو بن عثمان بن عفان، عن أسامة بن زيد قال:

 قلت: يا رسول الله، أين تنزل غدا؟ في حجته، قال: (وهل ترك لنا عقيل منزلا). ثم قال: (نحن نازلون غدا بخيف بني كنانة المحصب، حيث قاسمت قريش على الكفر). وذلك أن بني كنانة حالفت قريشا على بني هاشم: أن لا يبايعوهم ولا يؤووهم. قال الزهري: والخيف: الوادي.

 

[-3058-] Usame İbn Zeyd r.a.'in şöyle dediği nakledilmiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e haccını yaparken: "Ey Allah'ın Resulü yarın nerede konaklayacaksınız? diye sordum. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Akil bize inip konaklayacak bir yer mi bıraktı ki?" dedi ve şöyle devam etti: "Biz yarın Kinane oğulları vadisina el-Muhassab denilen yerde konaklayacağız. Kureyş kabilesi burada inkarlarını devam ettireceklerine dair birbirlerine yemin etmişlerdi. Burası Kinane oğullarının, Haşim oğullarına karşı Kureyş ile sözleşerek ittifak kurdukları yerdir. Kureyşlilere onlara beyat etmeyeceklerine ve onları korumaları altına almayacaklarına söz vermişlerdi."

 

 

حدثنا إسماعيل قال: حدثني مالك، عن زيد بن أسلم، عن أبيه: أن عمر بن الخطاب رضي الله عنه استعمل مولى له يدعى هنيا على الحمى، فقال: يا هني اضمم جناحك عن المسلمين، واتق دعوة المظلوم، فإن دعوة المظلوم مستجابة، وأدخل رب الصريمة، ورب الغنيمة، وإياي ونعم بن عوف ونعم بن عفان، فإنهما إن تهلك ماشيتهما يرجعا إلى نخل وزرع، وإن رب الصريمة، ورب الغنيمة: إن تهلك ماشيتهما، يأتني ببنيه فيقول: يا أمير المؤمنين؟ أفتاركهم أنا لا أبا لك، فالماء والكلأ أيسر علي من الذهب والورق، وايم الله إنهم ليرون أني قد ظلمتهم، إنها لبلادهم فقاتلوا عليها في الجاهلية، وأسلموا عليها في الإسلام، والذي نفسي بيده لولا المال الذي أحمل عليه في سبيل الله، ما حميت عليهم من بلادهم شبرا.

 

[-3059-] Zeyd İbn Eslem babasının şöyle dediğini nakletmiştir: "Hz. Ömer Huneyy adında bir kölesini devlet arazilerinin idaresi için görevlendirmiş ve görevi başına giderken ona şu talimatı vermişti: "Ey Huneyy, Müslümanlara zulmetmekten sakın, ellerini onlara zulmetmekten uzak tut. Müslümanların bedduasından sakının. Zira Müslümanların duaları kabul olunan dualardandır. Küçük koyun ve küçük deve sürülerinin meralara girmelerine müsaade et, böyle küçük sürü sahiplerine imkan tanı. Fakat Abdurrahman İbn Avf ile Osman İbn Affan'ın çok fazla olan sürülerine karşı dikkatli ol, onları meralara asla sokmam. Çünkü bu ikisinin sürüleri açlıktan telef olacak duruma gelse bile hurmalıklarına ve ekili arazilerine dönerler. Fakat küçük sürü sahiplerinin hayvanları telef olmaya görsün bu kişiler hemen çoluk çocuğunu toplayıp karşıma dikilir ve: "Ey mu'minlerin emiri haydi bakalım derler." Behey babasız kalasıca, ben bunları böyle aç ve sefil mi bırakacağım! Su ve ot bulmak benim için her halde altın ve gümüş bulmaktan daha kolaydır. Sürülerini otlaklardan engellersem Allah'a yemin ederim ki, kendilerine zulmettiğimi düşünecekler. Gerçekten de buralar onların topraklarıdır; cahiliyye döneminde bu toprakları korumak için savaştılar ve İslam'ın hakim olduğu dönemde de bu topraklar üzerinde İslam'ı kabul edip Müslüman oldular. Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda savaş için kullanacağım hayvanları koruma ve besleme endişesi olmasaydı onların topraklarından bir karışı bile mera olarak belirlemezdim."

 

 

AÇIKLAMA:     İmam Buhari kullandığı bu başlık ile bazı Hanefilerin şu görüşünü kabul etmediğine işaret etmiştir: "Düşman ülkesi vatandaşı olan bir gayri müslim Müslüman olduğu halde bu ülkede yaşamaya devam ederse ve Müslümanlar daha sonra bu toprakları fethederse bu kişi gayr-i menkuller dışındaki bütün mallarının sahibi kabul edilir. Gayr-i menkul mallar ise fey hükümlerine tabi olarak Müslümanların olur." İmam Ebu Yusuf - Hanefi mezhebine mensup olduğu halde - bu konuda alimlerin çoğunluğu gibi düşünür ve yukarıdaki görüşe katılmaz.

 

İmam Buhari’nin kullandığı bu başlık, Ahmed İbn Hanbel'in Sahr İbnü'I-Ayle el-Becelı'den nakledilen şu rivayetle de örtüşmektedir: "Benı Süleym kabilesinden bir topluluk arazilerini bırakıp kaçmıştı. Ben de bu toprakları ele geçirdim. Daha sonra bunlar Müslüman oldular ve Resulullah'a (s.a.v.) durumlarını arz edip beni dava ettiler. Hz. Nebi (s.a.v.) de daha önce onlara ait olan bu malların iade edilmesine karar verdi ve şöyle buyurdu: "Bir kimse Müslüman olursa sahip olduğu topraklar ve mallar konusunda herkesten fazla hak sahibidir."

 

Bu konu başlığı altında nakledilen Usame İbn Zeyd hadisi daha önce ayrıntılarıyla açıklanmıştır. (bkz.hac, Bab, 44) Bu rivayet zaten başlıkta ifade edilen hükmü de içermektedir. Ancak bu hüküm Mekke’nin savaşla fethedildiği (anveten) düşüncesine dayanmaktadır. Bununla birlikte Şafiilerde meşhur olan görüş Mekke'nin sulh / anlaşma yoluyla fethedildiği yönündedir. Allah izin verirse bu konudaki ayrıntılı açıklamalar Kitabü'l-meğazl'de Mekke'nin fethinin anlatıldığı ilgili bölümde gelecektir.

 

"Müslümanların bedduasından sakının" ifadesi İsmam, Darekutnı ve Ebu Nuaym rivayetlerinde "Jv1azlumun duasından sakının" şeklinde farklı bir ibare ile geçmektedir.

 

Hz. Ömer burada Abdurrahman İbn Avf ile Osman İbn Affan'ı özellikle zikretmiş ve örnek vermiştir. -Çünkü bunlar sahabenin zenginleri arasındadır. Bu ifade onların sürülerinin devlete ait meralarda hiçbir zaman otlatılamayacağ1 anlamına gelmemektedir. Burada Hz. Ömer hayvanları az olan sürü sahipleri ile çok olan sürü sahiplerine ait hayvanların meralara toplu olarak sığmaması veya meraların yetersiz kalması durumunda küçük sürülerin tercih edileceğini vurgulamıştır. Bu yüzden görevlendirdiği kişiyi özellikle uyarmış ve bu iki sahabenin sürülerini tercih edip diğerlerini mağdur etmemesini öğütlemiştir. Zaten niçin böyle bir hüküm verdiğini de açıklamıştır. Bu gerekçeyi de şöyle özetlemek mümkündür: "Bu küçük sürü sahiplerinin hayvanlarını meralara sokmalarına ve otlatmalarına engelolunursa hayvanlar açlıktan telef olabilir. Bu ise onların telef olan hayvanlarının tazmin edilmesi anlamına gelir. Bu küçük sürü sahiplerinin ihtiyaçlarını gidermek ve hayvanlarının tazminat bedellerini altın ve gümüş ile ödemek ise kimi zaman daha önemli işler için gerekli olan harcamaları aksatabilir."

 

el-Mühelleb konu hakkında şu değerlendirmeleri yapmıştır: "Hz. Ömer'in böyle bir karar vermesinin sebebi şudur: Medıneliler barış yoluyla teslim olup İslam'ı kabul etmişlerdi. Bu yüzden malları kendilerine bırakıldı. Zaten Hz. Nebi (s.a.v.) de bu yüzden Neccar oğullarının arazisi üzerine mescidini yapmak istediğinde bu toprakları almak için pazarlık yapmıştı. Alimler şu konuda görüş birliği içindedir; Kendileriyle barış yapılan bir ülke halkı Müslüman olursa malları üzerinde herkesten fazla hak sahibidir ve mallarının sahibi yine kendisidir. Buna karşılık kendileriyle savaşılan ve Müslümanların zaferi sonrasında Müslüman olan kimselerin toprakları / arazileri fey hükümlerine tabi olarak Müslümanlara verilir. Çünkü savaşan ve direnen düşmanların toprakları üzerinde mağlup edilmeleri herhangi bir savaşta mağlup edilip menkul mallarının ele geçirilmesi gibi değerlendirilir. Halbuki barış yoluyla teslim olup İslam'ı kabul edenlerin durumu bunlardan farklıdır."

 

Ancak el-Mühelleb'in alimler arasında görüş birliği bulunduğunu söylemesi konu başında yaptığımız açıklamadan da anlaşılacağı gibi tartışmaya açıktır. Zaten el-Mühelleb ve ondan sonra gelenler arazilerle ilgili hükümleri belirlerken Medıne topraklarının durumunu göz önünde bulundurarak hareket etmişlerdir. Medıneliler ise kendi mülkiyetleri altında bulunan toprakları üzerinde Müslüman olmuşlardır. Halbuki Hz. Ömer'in uygulamasında söz konusu olan durum bu değildir. O herhangi birisinin bakımı olmaksızın kendiliğinden ot biten bazı ölü arazileri ihya edip zekat develeri ve savaş atları için mera alanı olarak belirlemiştir. Küçük sürü sahiplerine ise imkan tanıyarak hayvanlarını bu meralarda otlatmaları için izin vermiştir. Bu bakımdan karşı görüş sahiplerinin Hz. Ömer'den nakledilen bu rivayeti kendi görüşleri için delilolarak kullanmaları uygun değildir.

 

Hz. Ömer "Allah yolunda savaş için kullanacağım hayvanları koruma ve besleme endişesi olmasaydı" derken savaşa gidebilmek için imkanı olmayan kimselere verilmek üzere beslenen develere işaret etmiştir. İmam Malik'ten nakledildiğine göre Hz. Ömer zamanında bu meralarda beslenen deve, at ve diğer hayvanların sayısı kırk bine ulaşmıştır.

 

Bu rivayet Hz. Ömer'in ne kadar ileri görüşlü olduğunu göstermektedir. O halkının durumunu bütün yönleriyle değerlendirip Müslümanlar için en uygun çözümü bularak bunu göstermiştir.